Kur'an'da Bilimsel Yanlış Var Mı ?


Ateistler vb kişiler Kur'an'da bilimsel yanlış var, sözlerini çok söylüyorlar. Ateistler vb kişiler şu ayetleri kullanarak  Kur'an'da bilimsel yanlış var diyorlar.

Tarık Suresi 5-6-7.ayet: İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sıvıdan yaratıldı. Omurga ile kaburga kemikleri arasından çıkar.

Yukarıdaki ayete göre ateistler, sıvının bel ile kaburga kemikler arasından çıktığını söylüyorlar.
Tarık Suresi'nde insanın yaratılışından bahsediyor ve insan bel ile kaburga kemikler arasından çıkıyor. Tarik Suresi'nde sıvının, bel ile kaburga kemikler arasından çıktığını yazmıyor. Meali yanlış çevirenler Tarık Suresi'nin 7.ayetine o su diyerek başlıyorlar. Bu meal yanlıştır. Tarık Suresi 7.ayette o su kelimesi geçmez.

Rahman Suresi 33.ayet: Ey insanlar ve cinler topluluğu, göklerin ve yerin sınırlarını aşmaya gücünüz yetiyorsa, aşıp geçin. Bir yetkiye sahip olmadan geçemezsiniz.

Yukarıdaki ayette ateistler, insanlar ve cinler uzaya çıkamaz ve dünya'nın düz olduğunu söylüyor.

Rahman Suresi 33.ayette, üstün güç olmadan uzaya çıkılamayacağını söylüyor. Ayette uzaya asla çıkılmayacağını söylemiyor.

İnşikak Suresi 18-19.ayette, insanların ay'a gideceğini söylüyor.

Rahman Suresi 33.ayette, "ektar" kelimesi geçiyor. Bu kelimenin anlamı "çaplar" demektir. Rahman Suresi 33.ayette, Dünya'nın çap şeklinde olduğunu söylüyor.

Mülk Suresi 5.ayette: Ant olsun ki Biz, yakın gökyüzünü kandillerle süsledik. Onları, şeytanlar* için asılsız şeyler söyleme malzemesi yaptık. Onlar için ateşin azabını hazırladık.

Yukarıdaki ayette Ateistler, yıldızlar  gökte değil. dünya'nın dışında yer alıyor. Kur'an, tanrı kelamı olmaz diyorlar.

Kur'an'da insanlar anlasın diye Allah, Kur'an'ı kolaylaştırmıştır. Kur'an'da bizim anlıyacağımız dilden anlatılmaktadır. insanlar, "gökteki yıldızlar" kelimesini kullanır. Google'dan "gökte yıldızlar" diye arattınız. Birçok yerde gökteki yıldızlar kelimesini kullanılır. Allah, Kur'an'da  insanların anlayacağı dilden anlatır.

Kehf Suresi 86.ayet: Uzak batıya varınca güneşi büyük bir okyanusta batar buldu ve orada bir topluluk ile karşılaştı. 'Ey İki Nesil Sahibi, dilersen onları cezalandır, dilersen onlara iyi davran,' dedik.

Yukarıdaki ayette ateistler, Güneş batmaz diye laflar söylüyor. Şimdi güneşin batmasıyla, bir şeyin suda batmasının Türkçe aynı sözcük ile ifade edildiği, Arapça da ise farklı kelimeler olduğunu açıktır. Dolayısıyla yukarıdaki ayette de güneşin suyun içinde bir cisim gibi batmasından bahsedilmesi söz konusu değildir. Burada anlatılan güneşin batışıdır.

Aslında batmak fiilini Arapça karşılıklarını bilinmese bile yukarıdaki eleştirileri yapan kişilerin anladığı gibi anlamak bir art niyet sonucudur. Acaba biri “Ben dün deniz kıyısında gittim ve güneşin denizde batışını seyrettim.” dese bundan güneşin suyun içine battığını mı anlaşılır? Ya da “güneş her sabah doğuyor” derken güneşin bir annesi var, her sabah bu anne doğum yapıp, güneşi doğurduğu sonucuna mı varılır? Zaten kelimelerin Arapça karşılıklarına bakıldığında konunun çok açık olduğu anlaşılacaktır.

Güneşin battığı yer olarak ayette geçen kelimenin orijinali “mağrib” (مغرب) kelimesidir. Bu kelime batıda bir yer anlamına gelir. Bu ifade batıda gidilecek en uzak yeri ifade etmektedir. Mesela Kuzey Afrika ülkesi Fas’a Araplar “Mağrip” derler. Çünkü batı yönünde gittikleri bir yer olduğu için böyle isimlendirmişlerdir. Buradan da dünya düz anlamı kesinlikle çıkmaz. Mesela günümüzde de Türkçede ya da diğer dillerde benzer ifadeler kullanılır.

Japonya bir uzak doğu ülkesidir. (İngilizcede de Türkçedekiyle aynı anlama gelen “Far East” kelimesi vardır). Doğuda gidilebilecek en uzak ülke Japonya’dır. Japonya nın dünyanın en doğudaki ülke denmesi dünyanın düz olduğunu göstermez.

Ayrıca bu ayette fiili yapan Zülkarneyn’dir. Ayet ayeti eleştirmeye çalışanların düşünmek istediğinin aksine bu olayları Zülkarneynin gördüğü ve algıladığı durumu tasvir etmektedir yoksa haşa Allah’ın anlatımıyla değildir.

Bu ayette vajada fiili kullanılmış. Bu fiilin Klasik Arapça sözlüklerinde anlamı;

(bir şey) bulmak/keşfetmek, bulunmak,izlenim vermek, karşıla(ş)mak, şahit olmak, algılamak, yaşamak (tecrübe olarak)”[1]

Bunun için bu ayet sadece Zülkarney’in gördüğü, algıladığı şeyden bahsediyor. Yani Tanrı “Zülkarney, güneşi balçığa batar halde buldu” derken Zülkarney’in izlenimini, algıladığı şeyi söylüyor.

Ki ayette eğer “Güneşin balçığa (fiziksel olarak) battığını” anlatsa, taghrubu kelimesi kullanılmaz idi. Çünkü bu kelime fiziksel batmayı ifade eden bir fiil değildir.( Edward William, Arabic-English Lexicon, Volume 1, London, 1863, page 2241.)

Sonuç olarak bu ayet, ”dünyanın düzlüğü” ile ilgili bir ifade yoktur. Sadece Ateistlerin, bir çarpıtmasından başka bir şey değildir. Bu ayette sadece Zülkarney’in gördüğü/algıladığı/yaşadığı şeyden bahsedilmiştir. Tanrı’nın gördüğü değil!!

Google'dan "güneş'in deniz üzerinde batışı" diye arattığınızda birçok resim bulacaksınız.

Enbiyâ Suresi 31. Ayet: Onları sarsmasın diye yeryüzüne dağları yerleştirdik. Yolu bulmaları için onda geniş geçitler açtık.

Yukarıdaki ayette ateistler, Dağlar, deprem şiddetini artırır diyor. Bu ayeti vererek Kur'an'da bilimsel yanlış veriyorlar.

Enbiyâ Suresi 31. Ayette deprem kelimesi geçmez. Arapça'da "zilzal" kelimesi deprem demektir. Enbiyâ Suresi 31. Ayette "zilzal" kelimesi geçmemektedir.

Enbiya Suresi 31.ayette yeryüzünün dengede kalması için dağların yaratıldığını söylüyor.

ateistler: kur'an'da düşünme organı "kalp" diyorlar.

kur'an'da kalp ile ilgili mecazi anlamda ayet vardır.

bakara suresi 74: peki bunlar, kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?

muhammed 24: peki bunlar, kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?

aristoteles, düşünme organının "kalp" olduğunu sanıyordu. araplarda düşünme organına kelimesine "kalp" diyorlar.

klasik arapçada "kalp" kelimesi şu anlamlara gelir: kan pompalayan organ,akıl merkezi , zeka , akıl gibi anlamlara gelmektedir. kur'an’ın yazarı kalbin düşündüğünü sandığını söyleyebilmek için kalp, göğüs ve akletme (kalb, sadr, ve yakilun) kelimeleri bir arada kullanmalıdır.

üç kelime sadece bir ayette geçiyor.

hacc 46: ”hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.”

bu ayette kalp kelimesi iki defa geçmektedir. birinci kalp kelimesi akıl merkezi anlamında kullanılırken ikinci kalp ise mecazi anlamda kullanılıyor, çünkü kalp gerçekte elbette kör olmaz. zaten dikkat ettiyseniz diğer ayetlerde görme fiili gözlere atfedilirken burda kalbe atfediliyor. yani mecazi anlamda kullanıldığı çok açıktır.

3:119: işte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz. siz, bütün kitaplara inandığınız halde onlar sizi sevmezler. sizinle karşılaştıkları zaman; inandık derler, yalnız kaldıkları zaman ise size olan öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. de ki: "öfkenizden ölün!" kuşkusuz, allah, kalplerin gizlediklerini bilir.

bazı ateistler bu ayeti kalplerde bilgi bulunması mümkün değildir diye çarpıtmaktadırlar.
bu ayette birçok mealde sineler diye çevirilen göğüs kelimesi kullanılıyor. arapçası ”sadr” (çoğulu sudur) dur.
bu yine zengin ve çok mecazi anlamda kullanılan kelimedir. bu kelimenin eski arapça sözlüklerinde anlamları şu şekildedir: göğüs , merkez, iç , ön taraf, kalp ve zeka. göğüs kelimesinin bile zeka anlamı taşımasının muhtemelen kalbin düşündüğü sanılmasına dayanmaktadır. yani araplarda kalbin düşündüğü düşüncesi o kadar yaygınmış ki göğüse bile zeka manası yüklemişler.


fussilet 9-12: de ki, "siz yeri iki günde*[3] yaratanı mı inkar ediyorsunuz ve o'na eşler mi koşuyorsunuz? o, evrenlerin rabbidir."
onun üstüne denge unsurları (olan dağlar) yerleştirdi ve onu bereketli kıldı.tüm arayıp isteyenler için onun gıdalarını dört günde ölçüp düzenledi. sonra duman halindeki göğe yönelerek ona ve yere, "isteyerek veya istemeyerek (kaostan çıkıp) gelin," dedi. onlar da, "isteyerek geldik," dediler.

ateistler yukarıdaki ayette bilimsel yanlış olduğunu söylüyorlar. ateistlerin iddiası: "ayette gökyüzü, yerden sonra yaratıldı diye geçiyor bu yanlıştır." diye söylüyorlar.

yukarıdaki ayeti yanlış çeviriyorlar.
yukarıdaki ayette "sümme" kelimesi geçiyor. bu kelimeyi(sümme) "sonra" diyerek çeviriyorlar. bu kelimenin(sümme) "sonra" anlamınada gelir ama "bir de, dahası" gibi anlamlara gelir.

yukarıdaki ayette çevrilen "sonra" kelimesi yerine "dahası, bir de" gibi anlamlarda çevrilmesi daha uygun olur.

zariyat 49: öğüt almanız için de herşeyi çiftler halinde yarattık.

ateistler yukarıdaki ayette bilimsel yanlış var diyorlar. ateistlerin iddiası şu: "bakterilerin eşi yoktur. bölünerek çoğalıyor. " diyerek kur'an'da bilimsel yanlış var diyorlar.

yukarıdaki ayette "çift" kelimesini kullanmış. o kelime(çift) "eş" anlamına gelmez. bakterilere baktığımız zaman; bu türden insan için faydalı olan, insanın sağlığına olumlu katkıda bulunan “yararlı bakteriler” olduğu gibi, insan sağlığına zararı bulunan, kötü yönde etkileyen ” zararlı bakteriler ” de vardır. yüce allah, bakteri yaratırken 2 farklı özelliğe sahip olarak yaratmıştır. kainatda yararlı olanı da mevcut, tam tersi olarak zararlı olanı da mevcut. allah işte ” zıttıyla herşey çift yaratılmıştır ” derken bunu kastediyor.

tüm canlı cansız varlıkların en küçük yapıtaşı atomdur. şimdi atomu inceleyelim. en küçük element hidrojen elementidir. yapısına baktığımız zaman + yüklü 1 proton ve onun zıttı olan – yüklü 1 tane elektrona sahiptir. atomun çekirdeğinde yer alan proton ve nötron un zıttı ile yaratılan anti-proton ve anti-nötronları vardır. aynı şekilde elektron da zıttı olan anti-elektrona sahiptir. atom altı parçacıklarında çifti bulunmaktadır.




Furkan Suresi 53.ayet: O, iki denizi salmıştır; bu taze ve tatlıdır, şu tuzlu ve acıdır. Her ikisinin arasına, karışmalarını engelleyen sağlam bir engel koymuştur.

Rahman Suresi 22.ayet: İkisinden de inci ve mercan çıkar.

Ateistler bu ayette "bilimsel yanlış var" diyorlar. "Tatlı suda mercan yetişmez" diyerek bu ayette "bilimsel yanlış var" demektedirler.

Rahman suresinde Allah , iki denizden inci ve mercan çıktığını bize bildirir. Ayette acı ve tatlı sulardan bahsedilmez. Sadece iki deniz ifadesi geçer ve bu iki denizden insanların geçim kaynağı olan inci- mercan çıktığı  ifade edilir. Furkan 52. Ayette ise biri tatlı diğeri tuzlu iki sudan bahsedilir ama inci-mercan’dan bahsedilmez! Dolayısı ile iki farklı surede bahsedilen her iki ayette de bilime aykırı bir şey yoktur.

Şura 32-33: Okyanusta dağlar gibi akıp giden gemiler de O'nun ayetlerindendir. Dilerse rüzgarı durdurur ve onlar suyun üzerinde hareketsiz kalırdı. Bunda, her sabreden ve şükreden kişi için ibretler vardır.

Her şeyden önce bu iddianın çok zorlama olduğunu belirtmek istiyorum. Bu ayette belirtilen geminin o dönemde insanların gördüğü ve rüzgar ile hareket eden gemiler olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca ayette geçen “gemi” kelimesi incelendiğinde konu daha iyi anlaşılacaktır. Arapça’da genel anlamda “gemi” kelimesinin karşılığı “el- sefinu” dur. Fakat bu ayette “el-cevari” kelimesi kullanılmıştır. Tercüme edildiğinde bu kelime de gemi olarak meallerde çevrilmektedir. Bu kelime cereyan etmek, akmak anlamına “Cerea” fiilinden türer. Eski Türkçe’de kullanılan “ceryanda (rüzgarda)kalmak da bu kökten gelir. Harfi cer ile kullanılırsa “cereyne” kelimesi de “gemilerin hoş bir rüzgar ile onları alıp götürdüğü..” anlamına gelmektedir. Yine aynı kökten türeyen “cariyetün” kelimesi ise gemi, bulut, rüzgar anlamlarında kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu kelimeyi sadece gemi olarak çevirmek tam karşılığını vermemektedir. Türkçe’den bir örnek vermek gerekirse “yelkenli” kelimesi bir gemi türüdür. Ama bu kelimenin içinde o geminin nasıl hareket ettiği de anlatılmaktadır. Yelkenli dendiğinde bu tür gemilerin rüzgar ile hareket ettiği ifade edilmiş olur. Benzer şekilde yukarıdaki ayette gemi diye çevrilen “el-cevari” kelimesinin içinde rüzgar ile hareket ettiği ifadesi zaten vardır. Bu anlam kelimenin kökünde mevcuttur. Sonuç olarak ayette ifade edilen, o dönemde insanların gördüğü, rüzgarla hareket eden gemilerdir. Zaten o ayette kullanılan ve gemi olarak çevrilen kelimenin kendisi de rüzgarla hareket eden gemi anlamına gelmektedir. Bu konuda yapılan eleştirilerin yanlış olduğu ortadadır. Bu eleştirinin dile getirilmesinin sebebi Arapça bilgi eksikliği ve önyargıdır. Eğer ayet önyargısız bakılsa, kastedilen mana kolaylıkla anlaşılmaktadır. Ayrıca kısaca ayette geçen kelimenin kökü incelense konu görüldüğü gibi kolayca çözülebilmektedir.

Yorumlar

  1. Rahman 33'de yerin sınırı derken magmayı göğün sınırı derken de evrenin sınırını kastediyor olamaz mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayette geçen ifade olan "ektar" ifadesi "çap" anlamına gelir. Bu ayette Dünya'nın yuvarlak olduğu ortaya çıkıyor. Yani ayette "evrenin ve yerin çapı" demektedir. Bana göre bu ayette magmadan/evrenin sınırından bahsetmiyor. Yine de en doğrusunu Allah bilir.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ZİNA

Nisa/Kadın Suresi 34.ayet (4:34)

Kur'an'da Kurban Kesmek Var Mıdır?