Karikateist'e Cevap(58-76)
58-) Her şey önünde sonunda Allah'ın izni ve kontrolü
dâhilinde olup (4:78; 8:17) başımıza gelen kötülükler kendi hata ve
günahlarımızın sonucudur (42:30; 64:11). Örneğin, ateşe elini sokan elini
yakarak kendisine zarar verir. Bu zarar Allah'tan değil, kendisindendir. Ancak
ateşin yakması olayı Allah'ın yasası olduğundan Allah tarafındandır. 4:78
ayetinde geçen "ind (taraf)" kelimesinin 4:79 ayetinde bulunmayışına
dikkatinizi çekerim. Birincisinde ilişkinin dolaylı oluşu, ikincisinde ise
dolaysızlığı ima edilir. Ayrıca Bak: 57:22.
59-)55:33 ayetinde “aktar” kelimesi geçiyor ve anlamı
“çaplar” demektir. Bu ayette Dünya’nın “çap” şeklinde olduğunu söylemektedir.
55:33 ayetinde “uzaya çıkamazsınız” diye bir şey yoktur. Ayette “bir yetkiye
sahip olamadan geçemezsiniz” demektedir. Bir yetkiye sahip olursak uzaya
çıkarız. Yani bu ayette “uzaya çıkılmaz” diye bir şey yoktur.
60-)Yunus 5’de ve Nuh 16’da “Ay’ın ışık” olduğunu
söylemektedir. “Ay ışık kaynağıdır” diye bir cümle yoktur. Yunus 5’de “Güneş’in ışık kaynağı” olduğunu
söylemektedir. İki ayettede “Ay’ın ışık kaynağı” olduğunu söylemiyor sadece
“Ay’ın ışık” olduğun söylüyor.
61-) 21:31- O küfre sapanlar görmediler mi ki gökler ve yer
bitişik idi, biz onları ayırdık/patlattık. Her canlı şeyi sudan oluşturduk.
Hâlâ iman etmeyecekler mi?
62-)Köle ie hür tabikide eşit olmaz. Çünkü köle olan insan
özgür değildir. Efendisine(rabbine) bağlıdır ve o ne isterse yapmak zorundadır.
Hür olan insan ise her istediğini yapmaktadır. Kur’an bu yüzden birçok ayette
“köleleri özgürleştirin” demektedir.
63-)Neml(Karınca) Suresi’nde “karıncaların konuşma” olayı
zooloji tarafından ispat edilmiştir. Araf 107’de “su’banun” kelimesi geçiyor ve
anlamı “yılan” demektir. Arapça dilinde
“tiniyin” kelimesi “ejderha” anlamına
gelir.
64-) Bakara suresinin 34. ayeti Türkçe mealde yanlış
anlaşıldığı için ayetlerde çelişki olduğu sanılıyor. Bu ayette Arapçada ”tağlib
sanatı” diye bilinen bir dil kullanımı mevcuttur. Tağlib sanatına göre
çoğunluğa hitap edilir. Tağlib kelimesi Arapça’da galip getirmek, üstün kılmak
anlamlarına gelmektedir. Tağlib sanatı: kendilerinde tağlib yapılacak iki
şeyden birisinin diğerine tercih edilmesi ve onlardan tercih edilen şeyin
lafzının her ikisi için de kullanılmasıdır.
Bu bilgiden sonra meleklerin Kuran’da anlatılan vasıflarına
bakalım. Nahl Suresi 49-50 ve Tahrim Suresi 6 ayetlerinde; Meleklerin Allah’a
karşı büyüklük taslamadıkları, Rablerinden gelen tüm emirleri yerine getirdikleri bildirilmektedir.
“Göklerde ve yerde bulunan her canlı ve MELEKLER BÜYÜKLÜK
TASLAMAKSIZIN ALLAH’A SECDE EDERLER. Üstlerinde olan Rab’lerinden korkarlar VE
EMROLUNDUKLARI ŞEYLERİ YAPARLAR (Nahl Suresi, 49-50)
Ey iman edenler! Kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun
ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü
MELEKLER vardır. ALLAH KENDİLERİNE NEYİ
EMRETMİŞSE ONA İSYAN ETMEZLER ve EMREDİLDİKLERİNİ YERİNE GETİRİRLER (Tahrim
Suresi, 6)
Ayrıca Araf suresi 11
ve 12. ayetlerinden de iblisin melek
olamayacağı rahatlıkla anlaşılıyor.
”Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da
meleklere, Âdem’e secde edin! diye emrettik. İblis’in dışındakiler secde
ettiler. O secde edenlerden olmadı.”
”Allah dedi ki: Ben sana emretmişken seni secde etmekten
alıkoyan nedir? (İblis): Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın,
onu çamurdan yarattın, dedi.”
Bakın ilk ayette meleklere hitap arasında ibliste vardır.
Hemen sonraki ayette bu konuda devam ederken iblisin meleklerden farklı olduğu
anlaşılıyor. Yani Allah meleklere hitap ederken iblisin melek olmadığının
farkında olduğu bariz şekilde ortadadır. Ayrıca bir sonraki ayet bile olsa 11.
ayette cümlenin bitmediğine de dikkat edin. Çünkü 12. ayet direk ”Allah dedi
ki” (Kâle) diye başlıyor.
İblisin melek olmadığına bir diğer delilde Kehf suresi 50.
Ayettir. Ayette iblisin açıkça cin olduğu yazmaktadır.
“Hani meleklere: ‘Adem’e secde edin’ demiştik; İblis’in
dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O CİNLERDENDİ, böylelikle Rabbinin
emrinden dışarı çıkmıştı.
Sonuç
Bakara suresinin 34. ayetinde ”meleklere” diye hitap
edilirken bu hitap edilen kişilerin arasında iblisin olmasından iblisin de bir
melek olduğu sonucuna varılamaz, çünkü Arapça’daki tağlib isimli sanata göre
azınlığı belirtmeye gerek yoktur. Bu yüzden bu ayetten iblisin bir melek olduğu
anlaşılmıyor. Dolayısıyla bu ayet başka ayetlerle çelişmemektedir.
65-) “İLLA” edatını kısaca açıklayacağız. “İLLA” edatının
görevi nedir ve ne gibi durumlarda kullanılır? Bu edat bileşik” bir kelimedir.
“ İN” ve “L” kelimelerinin birleşiminden oluşan bu edat zamanla “N” harfinin
“L” yle kaynaşması sonucu “İLL” ya dönüşmüştür.“İN”, Türkçe’deki “eğer, ise,”
-LÂ- ise olumsuzluk edatıdır ve “DEĞİL, YOK, HAYIR” demektir! O halde bu iki
kelimenin birleşimi olan “İLL” “eğer değilse, aksine, aksi takdirde”
anlamkarıa gelmektedir. Daha sonra bu edat istisna edatı haline dönüşerek
Arapça’nın dilbilgisinin asli unsuru haline gelmiştir!
Şüphesiz Arapça’da başka istisna edatları da vardır mesela
“gayri, maada, siva” gibi ancak bizim konumuz “İLLA” üzerine yoğunlaşacaktır.
Bu edat cümlenin anlamını kısıtlar ve kendisinden önceki cümleyi ya olumlayarak
ya da olumsuzlayarak kesinleştirir kendinden sonraki cümleyi ise öncekinden
ayırarak tabiri caizse önceki cümleyle bağı koparır.
Asr Suresindeki “İLLA” istisna edatıyla yapılan çeviriye bir
bakalım: “Asra yemin olsun, insanlar hüsrandadır ANCAK iman edip salih amel
işleyip hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç” Şimdi İLLA’ya “Eğer değilse, yada
…ise o başka” anlamını vererek çevirelim : “Asra yemin olsun ki EĞER iman edip
salih amel işleyip hakkı ve sabrı tavsiye etmiyorsa insanlar hüsrandadır”
Burada ki “eğer” şart edatı görünümü vereceğinden doğruya yakın en iyi çeviri:
“Asra yemin olsun ki insanlar hüsrandadır, İman eder, salih amel işler, hakkı
ve sabrı tavsiye ederlerse işte O BAŞKA”
Şimdi bu açıklamalar ışığında şefaatle ilgili bazı
ayetlerdeki kafa karışıklığına neden olan daha doğrusu Türkçe meale
aktarılırken sorunlu çeviri yapılan bir örneğe bakalım :
Necm Suresi,26. ayet: “Göklerde nice melekler vardır ki
şefaatleri hiçbir şeye fayda vermez ancak Allah’ın dilediği ve razı olduğu
kimseler için izin vermesinden sonra olursa o BAŞKA”
Allah şefaate meleklerin dahi isteseler nail olamayacağını
olma şartının ise ancak Allah’ın iznine bağlı olduğunu söylüyor. Burada
meleklerin şefaat etme hakkına sahip olmadığını vurguladığı halde maalesef
İslam tarihi boyunca bazı tipler “Demek ki Allah izin verecek ki böyle
istisnalı söylüyor” demişler.
Yunus suresi 18. ayeti: “Onlar, Allah’ı bırakarak,
kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında
bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah’ın bilmediği
bir şeyi mi O’na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından
münezzeh ve yücedir.”
Şefaat konusu Kuran’ın hiçbir ayetinde geleneksel şefaat
inancında geçerli olan; “günahkâr Müslümanların bir başka kişinin aracılığı ile
Allah’tan günahlarının bağışlanmasını istemek” şeklinde değildir. Aksine bunun
bir müşrik inancı olduğu vurgusu ve bu inancın reddi üzerinde olmasına rağmen
geleneksel şefaat inancı bunu benimsemiş ve bunun üzerine ayrı bir din
kurulmuştur. Şefaati tümden rededen ayetler üzerinde herhangi bir tahribata
giremeyen geleneksel inanç izin ve istisna konusundaki ayetleri görüp “bak izin
verilenler varmış demek ki onlar şefaat edeceklermiş” diyerek bilerek veya
bilmeyerek (Haşa) Kuran`ı çelişkili bir kitap ve diğer ayetlerin üzerini örten
bir mantıkla okuma yoluna gitmişlerdir. Şimdi anlam tahrifatına uğrayan bu
ayetleri inceleyelim;
Yunus suresi 3. ayeti: …. izni olmadan kimse şefaat edemez…
Bakara s 255. ayeti: O’nun izni olmadan katında şefaat
edecek kimdir?
Bu ayetteki “onun izni olmadan şefaat edecek olan kimdir?”
cümlesi ön kabullu bir okuma ile ” izin verirse birileri şefaat edecek”
şeklinde anlam tahrifine uğramıştır. Halbuki ” bu konu hakkında Kuran ne diyor”
mantığı ile Kuran okunmuş olsa şefaat düşüncesinin Kuran’daki gerçek manası
anlaşılmış olup müşriklerin Allah’tan başka tapmış oldukları sahte ilahlarına
yüklemiş oldukları o inancın red edilerek ve o müşriklerin Allah’tan başka
edinmiş oldukları şefaatçilerin yaratılmış olduğunu ” Onların işlediklerini ve
işleyeceklerini bilir,” mealindeki cümleden anlaşılması gerektiği, şefaat etme
yetkisinin ancak yarattıkların herşeyini bilen Allah`tan başkasına ait
olmayacağı hatırlatılmaktadır. Yunus suresi 3. ayetindeki izin konusunda Bakara
suresi 255. ayeti ile aynı şekilde anlaşılması gerekmektedir.
Meryem suresi 87. ayeti: Rahmanın nezdinde bir ahd almış
olan kimseden başkaları şefaate malik olamayacaklar.
Bu ayet hem meal hem de bağlamdan kopuk bir okuma yapılarak
anlam tahrifatına uğratılan ayetlerden biridir. Bağlamdan kopuk bir okuma
yapılarak anlam tahrifatı ise bu ayeti cımbızlama metodu ile okuma
neticesindedir halbuki 77. ayetten itibaren konu bütünlüğü içinde okunduğu
takdirde ahdi kimin aldığı ve o inkarcılara böyle bir ahid verilmediği ahid
verilenlerin takva sahipleri olduğu ve onlarında Allah tarafından
kurtarıldıkları Meryem Suresi 72. ayetinde beyan edilmektedir. Ayetlerin
bağlamına baktığımız zaman inkar eden birisinin ahirette mal ve çocuklar ile
şefaat edileceği inancı red edilmekte şefaate malik olacakların ancak iman ve
salih amellerin karşılığında şefaat ahdi alacağı bunun dışındakilere böyle bir
sözün verilmediği aksine bunların cehennem ile cezalandırılacağı bildirilmektedir.
Dikkat edilecek olursa Allah dışında kimseye şefaat etme yetkisi diye bir şey
söz konusu değildir.
Taha Suresi,109.ayet: O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve
sözünden hoşlandığından başkasına şefaati fayda vermez.
Taha suresi 109. ayeti meal olarak tahrifata uğratılmış
ayetlerden birisidir. Birçok mealde yanlış şefaat inancının yansıması olarak
Allah’tan başka birisinin şefaat etmesi inancı doğrultusunda “O gün Rahman’ın
izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati fayda
vermez.” meal verilmiştir. Yanlış olan kelime ” başkasının” şeklinde çevrilmesi
olup doğu çeviri ” başkasına” şeklinde olması gerekmektedir.
Enbiya suresi 26. ayet: Rahmân (olan Allah, melekleri) evlât
edindi, dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Bilakis (melekler), lütuf ve
ihsana mazhar olmuş kullardır.
27. O’ndan (emir almazdan) önce konuşmazlar; onlar, sadece
O’nun emri ile hareket ederler.
28. Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de
(yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan
başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!
Enbiya suresindeki bu ayetlerde müşriklerin melekler
hakkındaki yanlış inancını red etmekte ve onların Allah indindeki yerlerinin
sadece ikramlı kullar olduğu beyan edilmektedir. Şefaat edecekleri kimselere
baktığımız zaman “Allah`ın rızasına ulaşmış kimseden başkasına” olmadığı
bildirilmektedir. Şimdi yanlış şefaat inancını savunanlara şunu soruyoruz,
Allah’ın rızasına ulaşmış olanın başka birinden yardıma ihtiyacı olabilir mi?
Cevap tabiki hayır,..
Sebe suresi 23. ayeti: O’nun huzurunda O’nun izin verdiğinin
dışındakine şefaat fayda sağlamaz. Sonuçta kalplerinden korku giderilince
derler ki: Rabbiniz ne buyurdu? Derler ki: Hakikati. O pek yüce ve çok
büyüktür.
Bu ayette yine yanlış şefaat inancına uygun olarak bir çok
mealde “O’nun katında, kendisine izin verdiğinden başkası şefaat edemez.
Nihayet kalblerindeki korku giderilince: Rabbınız ne dedi? dediler. Hakkı,
dediler. Ve O, Aliyy’dir, Kebir’dir” şeklinde çevrilerek Allah `tan başkasına
şefaat hakkı verdirilmeye çalışılmıştır. Dikkat edilecek olursa hesaplar
görüldükten sonra karşılıkların “hak” olarak verilmiş olduğu “maliki yevmiddin”
ayeti gereğince o günde yetkinin sadece kendisine ait olduğu vurgulanmaktadır.
Zuhruf suresi 86. ayeti: O’nun dışındakine dua edenler
şefaat elde edemezler. Sadece bilerek hakka şahit olanlar şefaatten
nasiplenirler.
Bu ve benzeri ayetleri yine Zümer suresi 44. ayeti çerçevesi
içinde anladığımız zaman Kuran’ın şefaat hakkındaki mesajı anlaşılmış
olacaktır.
Zümer suresi 44. ayeti: De ki: «Bütün şefaat Allah’a aittir.
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz!»
Sonuç olarak, çelişkisiz bir kitap olan Kuran’da ki bir
kısım ayet “Şefaat sadece Allah’ındır” diyecek bir kısım ayet ise Haşa
“Allah’tan başkasına şefaat izni verilecek” desin; bu mümkün değildir.
66-) Bu gerçekten hiç de makul ve samimi bir soru değildir.
Muhammed zamanında kendisinin
kervanlarla sık sık Mekke dışına ticaret amacıyla çıkıp, değişik coğrafyalara
seyahat ettiği bilinmektedir. Eğer Kuran’da Arap coğrafyasında bilinmeyen
hayvan ve bitki isimleri geçseydi, bu durum Peygamberin bu yerlerde gördüğü
veye diğer tüccarlardan duyduğu bu isimleri Kuran’a haşa yazdığı, bu şekilde
Araplar üzerinde bu bilgilerden kendisi için ayrıcalıklı bir yer edindiği
iftirasına maruz kalacaktı. Bu bilgilerin ilk etapta tebliğ ettiği Araplar
arasında da kafa karışıklığına neden olacağı açıktır…
Kuran’da Arap coğrafyasında olmayan hayvan ve bitki isimlerinin
geçmemesi değil bunların yazılmış olması çelişki ve makul bir sorunun konusu
olurdu. Onun için bu soru yalnızca kafa karışıklığına yol açmaya yönelik ,
dayanaktan uzak ve mantıksız bir sorudur. Allah’ın vayh ettiği Kitapta asla
çelişki olmaz.
Eğer Kuran’da tam tersi olsaydı, samimiyetten uzak bu soruyu soran kişiler
1400 sene öncesinde Arabistan’da insanlar kavun , karpuz gibi yiyecekleri, balina veya
penguen gibi hayvanları nereden bilsin. Kuran’da hem o dönemde hem de
sonraki dönemlerde tüm insanlar tarafından bilinecek hayvanların örnek
verilmesi gerekmez miydi? diye soracaklarına emin olabilirsiniz.
Kuran ilahi bir vahiydir ve Kuran’da geçen canlıların tümü
hem o dönemde hem de kıyamete kadar tüm insanların bileceği ve türlerinin de
tükenme ihtimali neredeyse olmayan canlılardır. Akılcı olan budur.
67-)Ayetin Arapça’sında “yusikumu” kelimesi geçer ve anlamı
“tavsiye eder” anlamına gelir. 4:11-12-176’daki “miras” ayetleri Allah’ın
tavsiyesidir. Allah’ın emri vasiyettir. Vasiyet yapacağınız zaman, Kur’an örnek
olarak ve tavsiye olarak 4:11-12-176 ayetlerini gösteriyor. Yani 4:11-12-176
emir değildir sadece vasiyettir.
68-) Ayette “yusallune” kelimesi geçiyor ve anlamı
“desteklemek” anlamına gelir. Bu ayette “Peygamber’i destekleyin” demektedir.
69-70) Boş bir argüman
71-)Kur’an edebi bir metin olduğu için cümleleri/kelimeleri
tekrarlaması normaldir.
72-)Ayet yok?
73-)kur'an'ı bilmeyenler tarafından "huri"
kelimesi hep kadın diye anılmaktadır. bu yanlış anlamaktır. kur'an'da
"kadın" kelimesini kullandığı zaman "nisa" diyor. kur'an'da
geçen "huri" kelimesi 12 ayette geçmektedir.
61:14, 58:1, 56:22, 55:72, 52:20, 44:54, 18:37, 18:34, 3:52,
5:111, 5:112, 84:14
58:1: allah, kocası hakkında seninle tartışan ve allah'a
şikayette bulunan kadının sözlerini işitti. allah ikinizin tüm konuştuklarını
işitmiştir. allah işitendir, bilendir.
58:1.ayetinde geçen "havari" kelimesi konuşmak
anlamına gelmektedir.
3:52: isa, onların küfrünü* sezince: "bana, allah
yolunda kim yardımcı olacak?" dedi. havariler: "biz allah'ın
yardımcılarıyız, allah'a iman ettik, bizim müslümanlığımıza şahit ol."
dediler.
yukarıdaki ayette "huri" kelimesinin çoğulu
kullanılıyor. "havari" kelimesi 58:1. ayette olduğu gibi konuşmak
olarak geçiyor. isa'nın havarileri(sohbet arkadaşları). 3:52.ayetinde belli
oluyor "huri" kelimesinin "kadın" olmadığı ortaya çıkıyor.
18:34: ve onun serveti oldu. arkadaşı ile konuşurken:
"ben malca senden daha zenginim, insan sayısınca da senden daha
güçlüyüm." dedi.
yukarıdaki ayette "huri" kelimesinin türevi
kullanılmıştır ve konuşmak anlamında kullanılmıştır.
18:37: kendisiyle konuşan arkadaşı ona dedi ki: 'seni topraktan,
ufak bir damladan yaratıp seni bir adam biçimine sokan rabbini mi inkar
ediyorsun?
yukarıdaki ayette "huri" kelimesinin türevi
kullanılıyor ve konuşmak anlamında kullanılıyor.
61:14: ey inananlar, allah'ı destekleyenler olun. nasıl ki
meryem oğlu isa, öğrencilerine, 'allah yolunda kim benim destekçilerim olur?'
diye sormuştu. öğrencileri, 'biz allah'ın destekçileriyiz,' demişlerdi. israil
oğullarından bir grup inandı, bir grup da inkar etti. inananları düşmanlarına
karşı destekledik; onlar üstün geldiler.
5:112: havariler, 'meryem oğlu isa, rabbin bize gökten bir
ziyafet çekebilir mi,' demişlerdi. 'inanıyorsanız allah'a saygı gösterin,'
demişti.
yukarıdaki ayetlerde geçen "huri" kelimesinin
çoğulu olan "havari" yukarıdaki gösterdiğim ayetlerdeki gibi sohbet
arkadaşı olarak kullanılmıştır.
kur'an'da geçen "huri" kelimesi "kadın"
değildir. kur'an'da "nisa" kelimesi kadın olarak kullanılıyor.
"huri" kelimesi sohbet arkadaşı/konuşmak anlamına gelmektir
74-)Boş bir agümandır. İnsanlar, hayvanları yemek
için,ulaşım aracı olarak ve yük taşımak olarak kullanıyor.
75-)Hangi ayet?
76-)Bu ayetteki “sadaka” Muhammed’e verilmez. Kur’an’da
“sadaka” kimlere verilecek ile ilgili ayete bakınız.(9:60) Bu ayete baktığınız
zaman sadakanın o kişilere verileceğini anlarsınız. Yani Muhammed’e sadaka
verilmesi gibi bir durum yoktur.
Yorumlar
Yorum Gönder